Ümraniye Cumhuriyeti ‘ nde!

Ümraniye Cumhuriyeti

Geçtiğimiz Cumartesi günü ailece yollara düştük. Amacımız oğlumuzun her çocukta gördüğünde kendini yerden yere atarak nazikçe bu konudaki istediğini dile getirdiği arkadan ittirmeli bisikleti almaktı.

Bizim oturduğumuz Anadolu yakasındaki en kapsamlı oyuncak mağazasının olduğu Carrefour Ümraniye’ye gittik. Oğlan zaten her uyanık olması gereken programda olduğu gibi, arabaya koyduğumuz an uyudu ve neredeyse bütün mağazaların kapandığı, bir tek kahve içecek yer bile olmayan, içeride mağaza çalışanları, biz, bir iki de Ümraniye sosyetesini temsilen gelen saten türbanlı saten pardesülü bayan dışında bir atraksiyon olmayan alışveriş merkezinde iki saat uyuduğu için 21 tur attık.

Tam Alirıza artık “ayaklarıma karasular indi, kahvem geldi, oturmam lazım, internet yok mu burada…” falan diye inceden inceden beni yerken mutlu bir suratla küçük adam gerine gerine uyandı…Onu kaptığımız gibi buradaki mecburi hizmetimizden bir an önce kurtulabilmek amacı ile Joker’e uçurduk. Oradaki bisikletlere bindirdik. Ayağı yetişenlere oğlumuzun poposu sığmadığı, poposunun sığdıklarına ayaklarının yetişmediğini anlayınca büyük bir hayal kırıklığına uğradık. (Ben kendi adıma oğlana bisiklet bulamadığımız için, Alirıza da büyük ihtimal, ortalama boy 190 olup sırım gibi bir soydan geldiği halde, oğlanın kısa ve geniş kalçalı annesine çekmiş olduğu gerçeği ile yüzleştiğinden sanırım.)
Bizim yüzümüzdeki hayal kırıklığını, oğlanın da ayakları yettiği bisiklete poposunu sığdırma çabasını gören, kısa boylu ve geniş kalçalı satışcı çocuk halimizden anladı ve bize bir sır verircesine yanaştı, alçak bir sesle, etrafı tek gözü ile kolaçan ettikten sonra:

– Abi siz aradığınız pisikleti Pilsan da bulursunuz… dedi.

Ben çok heyecanlandım, çünkü zaten anneler arası yapmış olduğum pazar araştırmasında bu hep bu markayı duymuştum.
– Aaaa, Pilsaaan! Var mı buralarda.
– Evet abla, şimdi burdan çık hemen yana dön, ileri git PTT nin karşısında?
– Hangi yana? Nerden çıkınca
– Şimdi abla sen burdan çık, çık hani eve gider gibi yana dön
– Ne yana? Köprüye gider gibi mi?
– Evet
– Tamam, orada mı PTT? Onun karşında mı?
– Onun karşı sokağının arkasında?
– PTT’nin arkasında mı?
– PTT’nin karşısında ama arkasına düşüyor…
– ??? ve burası FSM köprüsüne giderken öyle mi?
– Evet, Ümraniye’ye gider gibi…
– ???
Ben hayatta Allahıma şükürler olsun merak ettiğim herşeyi öğrenmişimdir. Tek hücreli canlılardan, zaman kavramının felsefesine kadar geniş bir yelpazede bilgiden bahsediyorum. Hayatım boyunca öğrenemediğim tek şey sağım ve solumdur. Bu, hayatı boyunca bildiği en iyi şey sağı ve solu olan kocamı çıldırtan huyumdur. Alirıza’ya yol tarifini anlatmak üzere döndüğümden onu debelenen oğlan kucağında, sinirden çenesi kitlenmiş halde buldum. Yüzündeki felç yemiş ifadeyi görmemezlik gelerek, en masun ses tonumla sordum:

– Canım, sen anladın mı yolu.

Alirıza cevap vermedi, yola koyuldu. Çocuğa teşekkür ettim. O da yardımcı olmanın gururu ile bana el salladı ve mağazadan koşar adımla çıktık. Alirıza da ben de burada bir dakika daha kalmak istemiyorduk. Tam çıkarken, bizimkinin alarmı çaldı.

– Mamm ma maaammm ma maaaammmmm maaaaaaaaaaaaa

Koşar adım yukarı katta, kızartarak yapılan yemekler konusunda iyi bir derlemeye sahip olan, food courta çıktık. Gözümüze en az zararlı görünen, oğlanın da yediğini bildiğimiz dönerci için stratejik bir planlama yaptık:

– Alirıza sen, döner al, ben masa bulim, sen o sırada oğlanı tut, ben masayı silim, ben mama sandalyesi bulmaya çalışırken, sen parayı öde, sonra sen ye, ben o sırada oğlanı yedirim, eğer mama sandalyesi bulamazsak sen oğlanı tut, ben sana ve ona yemek yedireyim…dedim.

Saatlerimizi ayarladık ve koşuşturmaya başladık. Tabi ki mama sandalyesi yoktu. Ben hemen bir masa buldum, masayı 12 adet ıslak mendil ile fabrika çıkış durumuna getirdim. Alirıza koşarak yemekleri getirdi, oğlan masayı yalarken onun ağzına döner sıkıştırmayı denedik. Olmadı, o babasının kolasının plastik kapağını kemirdi, böylelikle ben yarım porsiyon döneri yine zorla yemiş oldum. Sonra Alirıza rahat rahat yemeğini yesin diye oradaki çocuk eğlence zımbırtılarını gezdik oğlanla ve Alirıza yemeğini bitirince koşarak oradan uzaklaştık.

Aldığımız GPS hassalığındaki tarifle önce FSM köprüsü tarafına döndük, Ümraniye çöplüğüne kadar gittik, uçsuz bucaksız bir çöplük ve sayısız sokak köpeğine bakarak burada postane olamayacağına karar verdikden sonra geri döndük ve tarif edilenin tam tersi yöne gittik ve bir benzincide duran bir grup adama tekrar yolu sorduk. Hep bir ağızdan şu tip yol tarifi verdiler bize:

– Abi nerden geliyonuz, o tarafta postane yoh, bah şimdi sen İgdaşı biliyon mu? Bilmiyon o zaman sen postaneyi bulacan, temem, gir Ümraniyeye ak abi, yoldan git yol seni götürene kadar git, sonra yolun gelişine dön, orada İgdaşı biliyon mu o var, oraya gitme, İgdaşa gitme postaneyi bul, orada postane var ordan tekrar soracan abi.

Anne babalık böyle birşey işte. Normalde mesela benim hayatımı kurtaracak bir ilacı satacak bir yer arıyor olsaydık Alirıza, bana:

– Seni hep sevdim, güzel günlerimiz oldu, buraya kadarmış Melda hakkını helal et.

Falan der, ve bu iş burada biterdi.

Ama biz arkada ısrarla arabanın anahtarını isteyen ve mızır mızır mızırdayan oğlumuzu mutlu etmek için tekrar bir bilinmeze doğru yola koyulmuştuk.

Sonunda Ümraniye yoluna girdik. O zamana kadar hiç bir yerde ticari bir hareket, dolayısı ile trafik görmediğimiz sokaklar bir anda anababa gününe döndü, yolumuzun ve yüreğimizin bizi götürdüğü yere gittik ve Ümraniye’nin ana caddesine vardık.

Öncelikle şunu söylemeliyim, Avusturya Konsolosu Ümraniye’ye plaket vermeli. Swarowski taşların ihracatının %80’inin Ümraniye’ye yapıldığına inanıyorum. Herşey ama herşey taşlıydı. Gelinlik mağazasındaki gelinlikler ve uzay başlığı şeklinde tasarlanmış türbanları, damatlıkların yakaları, gömleklerin fırfırlarının uçları, perdeler, aynalar, koltukların kenarları, tabak, çanak, vazo, terlik, kuru kayısı ambalajı ve hatta basket topları…Oğlana taşsız bir bisiklet bulabilecek miydik acubağ?

Saten ve taş, Ümraniye bununla besleniyordu. Herşey parlıyordu, herşey ışığı yasıtacak şekilde tasarlanmıştı. Acaba bu tür mesaj mıydı? Gözlerimiz kamaşa kamaşa yoğun trafikte ileriliyorduk. Oğlan artık araba anahtarı için mızmızlanmayı bırakmış büyülenmiş bir şekilde etrafa bakıyordu. Alirıza’nın güneş gözlüğü olmadığı için PTT binasını bulmak işi bana düşmüştü. Tabelaları okuyarak Alirıza’ya yardımcı olmaya çalışıyordum. Mağaza isimleri birer temmenni ya da arkasından amin deme ihtiyacı yaratıyordu.

Furkan, Rabia, Sevap, Nur, Şakülle, Sefahat, İkbal, Mevlid…vs. Plaza ya da Merkez falan gibi ekler de yoktu. Mesela Şevki Han, Zefir Gıd’a Müessesi gibi…
Burası anti Nişantaşı’ydı.
Yani yin ve yeng, Nişantaşı ve Ümraniye…
Anadolu yakası ve Avrupa yakası.
Biz aynanın diğer tarafına geçmiştik.

Bir saten türban ve sürüklenen -en az üç – çocuk deryasında PTT’nin arkasındaki Pilsan’ı bulamıyorduk.

Battı balık yan gider dedik, derin bir nefes çektik ve son bir kere yolu sormak üzere camı indirdik. O sırada yan yana yürüyen ve hararetli biçimde konuşan iki adama yanaşmıştık. Camı indirince kulağımıza Cezayir aksanlı Fransızcayı çağrıştıran şöyle birşey çalındı:

– Laun, ben da annnuna gondung mu deding sağa didin.

Alirıza camı kapadı, çok keskin bir manevra ile uzaklaştı ve kararlı bir şekilde bana dönüp.

– Orayı bulucam Melda!!!! Sen baba güven! Mutlaka bulucam! Dedi.

Ben Ümraniye’de Pilsan’ı bulmak konusunda bu kadar kararlı olan kocama bir kere daha aşık oldum. Arkada ağzı bir karış açık yandaki perde mağazasının vitrinindeki saten-dantelli-püsküllü-taşlı-fırfırlı perdeye bakan oğluma döndüm.

– Çok şanslısın Atlas, inşallah sen de böyle bir baba olabilirsin. Dedim.

Kocamın elini tuttum, o da bana güven veren şekilde gülümsedi. Yoğun kalabalık içinde bir arka sokağa aktık. Bilimum boks, karate, ve kuran kursu ve ciğer, beyin, sakatat vs. dükkanının arasında ilerlerken ve umudumuzu neredeyse yitirmişken onu gördük.

Kapı önünde belki 15 çeşit bisikletle TIYTIYTOYS!

İki minibüs, beş taksi ve türbanı yüzünden yolun iki yanını da görmeyen kadın sürücüyü çalımladıktan sonra arabamızı park ettik. Oğlumuza ayakları yetişen ve poposu sığan TSE standartlarına göre yapılmış bir bisiklet bulduk.

Hemen aldık.
Arabamıza bindik. Anne baba olarak çok gururluyduk.

Alirıza ile bir hafta arası tekrar buraya gelip, şimdiye kadar hiç farkında bile olmadığımız bu mekanı incelemek üzere evimize doğru yola koyulduk.

One comment

  • Joe Doe
    Mayıs 9, 2023 - 9:26 am

    The design is simple and elegant. The customer support on this product is also amazing. I would highly recommend you to purchase templates from the Marketify team! Thank you for the wonderful project.

    Yanıtla

Leave a reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir