“With the birds I’ll share this lonely viewin’ ”
Red Hot Chilly Peppers’I liseden beri çok severim. Şu günlerde ise dilime takılan şarkısı Scar Tissue. Camdan dışarı insansız sokaklara bakıyorum ve mırıldanıyorum:
“With the birds I’ll share this lonely viewin’ ” (Şu yalnız manzarayı kuşlarla paylaşıyorum)
İnsanlık olarak büyük bir yara aldık.
Halbuki kendimizi yenilmez, ölmez, her şeyin üstünde sanıyorduk. Teknolojimiz, ekonomimiz, sosyal medyamız -kalın kaş, kalkık popo ve kontur- ile meşgulken aniden ne kadar da kırılgan olduğumuzu görüverdik.
Kabuğumuza çekildik.
Korktuk.
İnsanın en büyük özelliği uyum sağlamaktır. Kuş gibi havada uçup, balık gibi denizin dibine dalıp, yarasa gibi mağaralara giren.
Kutuplardan çöllere, dağların tepesinden denizlerin üstüne bir hayat kuran biz; yaralı bir hayvan gibi inimize çekildik, bizi korkutan felaketin geçmesini bekliyoruz.
Geçecek.
Ama bir yara izi kalacak.
Dünya’nın Rumi dediği, Mevlana’nın (Leonard Cohen’in de kullandığı) çok güzel bir sözü vardır:
“Yaralarımız, ışığın girdiği yerlerdir.”
Biz birkaç ay sonra yara izimize bakınca neler düşüneceğiz?
Tabi ki oyun bir kere değişince tekrar eskisine geri dönemez.
Bir felaket ve bunun arkasından devrim yaşandı.
Global olarak herkes etkilendi ve küresel seferberlik ilan edildi. Bütün bu süreçteki öğrenimler de yeni düzeni belirledi.
Sanırım artık toplumsal hijyen standartımız biraz daha yükselmiş bir hayat yaşayacağız. Bu durumda turizm ve taşımacılık sektörleri, yiyecek içecek ve eğlence mekanları da bizim kaygılarımıza göre kendilerine yeni hizmet standartları belirleyecekler. En hızlı değil, en temiz. En rahat ya da en popüler değil; en ferah belki seçimlerimizi belirleyecek.
80 milyonun en az %10’unun yazları aktığı üç beş tatil beldesindeki bizden önce yüzlerce kişinin kaldığı yatak ve odalar yerine belki daha yalnız, sessiz ve el değmemiş mekanlarda kulan-at türü konaklama seçenekleri sunan tatiller yapılacak.
Paraya dokunmayan ve daha şeffaf bir ekonomi ve belki de harcama yerine birikimin özendirildiği bir bankacılık sistemi oluşacak.
Okullar, yeni norm olan uzaktan çalışma ve “Gig Economy” (kontratlı kısa dönem projelerle şekillenen kariyerler ve Uber şoförlüğü gibi kendinizin patronu olacağınız işler) için öğrenci yetiştirecek, kendi kendine öğrenen, öğrenmeyi öğrenmiş ve öz disiplini olan…
Kurumlar; birer maliyet canavarı olan genel müdürlük binasının yüksekliğinden öte altyapısının derinliğine önem vermeye başlayacak. Yönetim kurulu odalarında verilen ve tebliğ edilen kararlar yerine, daha katılımcı olmaya başlanacak. Nitekim; kişileri turnike ile yönetme biçimleri kırıldı ve büyük kurumlar, takımlardan oluşan küçük ekosistemlere dönüştü; bu ahval ve şeraitte ekipleri dahil etme, netlik, bilgilendirme krizleri kaosa çevirmeden yönetebilmenin anahtarı oldu.
Çalışan herkes için hayati bir aydınlanma, empatinin önemi. Herkes herkesin özelinde, evinde, ailesini, kedisini, evinin dekorasyonunu biliyor. Maskeler kalktı. Onlien toplantılarda birlibirmizin yüzüne hiç bakmadığımız kada rçok bakıyoruz. Artık tek tip değil, çokuz, farklıyız, ayrıyız ama bir o kadar da tekiz ve aynızı. Çünkü insanız. Değerler ve kültür diye duvarlara yazılanlar, duvarlar yıkılınca, insan insana, anlayarak, destekleyerek, paylaşarak tekrar ve bu sefer yazamaya gerek olmayacak şekilde oluşacak. Aile gibi. Başımızın üzerindeki çatı ortak anlayış, iş yapma biçimi ve hoşgörü kültürü olacak.
Yeni çağ anlam çağı. Kendi kendimize kalıp, içimize döndüğümüzde sormamız gereken sorularımız da olacak. Ofiste, okulda, sokakta fiziki bir yerimiz yokken o zaman işimizde, dünyanın geleceğinde, sosyal çevremizde bulunma anlamımız nedir? Katkımız nedir?
O zaman eğitimi, gelişimi, başarıyı, iyiliği önce kendimiz için yapmaya başlayacağız. Böylelikle Endüstri 4.0, Digital Dönüşüm’den önce İnsan versiyonlanmaya başlayacak.
Nihayet! İnsanlığın yüzyıllardır tarıma, bilime, sanayiye, teknolojiye yaptığı yatırım artık insanlığa olacak.
Bu yaramıza giren ışık…
Sevgiler.
Leave a reply