“Her Türk bir gün Covid olacaktır.” Düsturu ile ben de üzerime düşeni yaptım ve virüsü artık okuldan, sosyal çevreden, havadan nereden bilemiyorum, kaptım. İki aşım bir supap gibi bünyemin dağılmasını önlediyse de, çok hafif atlattığım da söylenemez.
Covid olduğumu öğrendikten sonra önce ağzıma yumruk yemiş gibi oldum. Bütün dişlerim ve çene kemiklerim sızladı, sonra sol elimi ağrıdan kullanamaz oldum…ve arkasından benim gibi konuşarak para kazanan birini en endişelendirecek şey oldu ve sesim gitti. Tam 6 gün sesim çıkmadı. Fısıldayacak kadar bile sesim yoktu.
İşte benim için Covid’in en büyük armağanı da bu oldu.
Hayatta başımıza gelen her kötü şey bize bir şey öğretir. Yaşadığım hastalık bana enerjimi ve üretken zamanımı nasıl daha iyi kullanacağımı ve sessizliğin gücünü gösterdi. Sizlerle paylaşmak istedim
Konuşmayı, annemin beni korkusundan kucağından atıp kaçmasına neden olacak kadar erken bir zamanda öğrenmişim. Rivayet o dur ki; 6 aylıkken ilk kelimelerimi o mikro ağızdan çıkarmayı başarmışım. Sonraki hayatım da sürekli bir anlatma çabası ile geçti. Özellikle kardeşim doğduktan sonra bu anlatım olayına daha fazla anlam yükledim. Kardeşim olağanüstü güzel bir bebekti ve aynı bir taş bebek gibi sevilmesi ve fark edilmesi için ekstra bir şey yapması gerekmiyordu. Olması yetiyordu.
Ben ise doğduğum zaman erkek çocuğuna, sonra trole benzeyen, güzel değil ama hareketleri ve davranışları ile “sevimli” bir çocuktum. Dolayısı ile ekstra bir şeyler yapmam gerekiyor diye düşünmüş olmalıyım ki; erken yaşta bazı yetkinlikler geliştirdim. Zamanla uyumlu ve faydalı olmak isteyen karakterim ve kelimeleri kullanma becerim hayatta kafamı koyduğum şeylere ulaşmamı sağladı.
Dil mi güzel dilber mi? Sorusuna tecrübeden cevap veriyorum; dil.
En kolay becerdiğim şey kendimi ifade etmek ve dinletmek olduğu için sahneleri hep sevdim; ilkokulda özel günlerde şiir okumaktan, lisede tiyatroya, üniversite öğrenci birliği başkanlığına, kurumsal hayatta sunum ve seminerlere derken…sonunda konuşarak para kazanmanın yolunu buldum.
Covid bana 6 gün sessizlik tatili verene kadar.
Covid’e yakalandığın ilk gün öksürmekten harap ve bitap düştüğüm için, hastalığın bana öğretmeye çalıştığını pek anlayamadım. Fakat sonraki günlerde şunları öğrendim:
1. Konuşmadığımız zaman karşımızdaki kişi argüman üretemiyor ve hayat kolaylaşıyor. Benim 14 yaşında bir oğlum var, dolayısı ile tamamen kendimi bıraktığım bir hasta olamadım. Yine ona yemek, kahvaltı hazırlamak zorundaydım. (Temaslı olduğu için o da evde benimle karantinaydı). Normalde çok önemsiz bir konu olan kahvaltı bile aramızda bir argümana sebep oluyordu.
– Oğlum hadi kahvaltıya gel, hazır.
– Ne var kahvaltıda?
– Yumurta, domates, ekmek …
– Yumurta nasıl?
– Haşladım
– Aaaaa ben sahanda istiyordum, öyle sevmiyorum
– Ama böyle daha sağlıklı
– Yaaaaaağğğğğğ
– Bak yaptım soğuyacak hadi
– Tamam, ben yemiycem. Sen ye. Ben kendime kahve yapıcam yanında da bisküvi yiycem.
– Oğlum saçmalama, sen büyüme çağındasın ne demek sabah sabah kahve bisküvi!
– Offffff canım bunu istiyor! Hazırlamasaydın!
– Bana bak, ayıp denen bi şey var. Kalkmışım sabah sabah sana faydalı bir kahvaltı hazırlamışım, güne iyi başla diye…
– O zaman kahve ile bisküvi istiyorum, ben böyle iyi başlıyorum…
– ….
Yani tabi ki iki taraf için de mutlu sonla bitmeyen bir diyalog olduğunu ve bunun aşağı yukarı her konu için geçerli olduğunu tahmin edersiniz.
Sesim çıkmazken de aynı kahvaltıyı hazırladım. Onun kapısına gittim, kapıyı tıklattım, elimle mutfağı işaret edip yemek yeme jesti yaptım…Oğlan paşa paşa gitti ve kahvaltısını yedi. Neden? Çünkü bir tarafın konuşmayacağını, cevap vermeyeceğini biliyorsanız tartışmaya girmiyor ve argüman üretmiyorsunuz. Bu az konuşan taraf için müthiş kolaylık ve rahatlama.
2. Toplantılarda konuşmak yerine chatbox ve tabloları kullanmanın gücü. Her ne kadar ben hasta olsam da hayat devam ediyor. Pazartesi günü 4 saat süren bir toplantıya katıldım. Toplantıda görüntümü ve sesimi açmadım. Zaten sesim çıkmıyor ve görüntüm de iç açmıyordu. Toplantıda dile getirmek istediklerimi chat box üzerinden yazdım. Ve en çok benim sesim duyuldu diyebilirim. Biri konuşurken kendi söylemek istediklerine odaklandığımız halde okurken okuduğumuza odaklanıyoruz. Dolayısı ile hem kısa öz bir şekilde ifade edilmiş düşünceleri anlamak ve akılda tutmak karşı taraf için kolaylaştı, hem de ben sesimi duyurmuş oldum. Konuşamamak, tartışma ve diyaloglara aktif olarak dahil olmamak toplantıda konuşulanları odaklanarak dinleme fırsatı sunduğu için toplantı notlarını çok temiz bir şekilde düzenleyebildim. Devam toplantısı benim sesim çıkmadığı için bir tablo haline getirdiğim toplantı notları üzerinden ortak platformda yapıldı ve bir saatlik bir devam toplantısında bir çok açıkta kalan noktayı bu tablo üzerinde toparlayabildik.
3. Konuşmamak ve iş verimliliği. Benim hasta olduğum sürece annem gelip bize destek oldu. Sesim çıkmadığı ve konuşamadığım zamanlarda annem gelip sessizce bizim için yemek yapmış çok kısa sürede bendeki işini bitirmiş karşılıklı fısıldayarak iki kelam ettikten sonra gitmişti. Biraz iyileşince ve hafiften sesim çıkmaya başlayınca annem hem ziyaretime hem de yardımıma yine geldi. Daha önce kendi aklı ve becerisi olan kadın sanki tamamen bana dayalı bir sistem varmış gibi davranmaya başladı: “Melda ne yapıyım ne yersiniz, tereyağı neredeydi? Ütüleri sen mi yapacaksın? Bu nasıl çalışıyordu? Şunu bir ucunu sen tutar mısın? Bu hangi odanın? Sen orada şunu bulabiliyor musun? Benim telefonum nerede? Ben balkonda sigara içiyorum olur mu? Bu yıkansın mı? Makineyi boşaltim mi? Fırında mı yapim ocakta mı? Çay markası ne kullanıyordun…” Annem bu sefer uzun kaldı ve gittiğinde ben doğru dürüst iş yapmamış olduğum halde sadece her sorunun cevabını düşünmüş ve cevap vermiş olmaktan bile aşırı yorgun akşam 9’da uyuyakaldım. Birinin konuştuğunu ve cevap verdiğini bildiğimiz anda nedense soru sormaya başlıyoruz. Ve işin akışı bozuluyor. Kafamızda işin bütününü görüp ilerlemek yerine mikro adımlar ve mikro karar anları oluşturuyoruz. Halbuki annem akıllı ve becerikli bir kadın. Benim konuşmadığım zaman olayları bütünü ile kurgulamış ve gayet de hızlı ve verimli bir şekilde işleri kotarmıştı. İşlerde de mikro yönetim yapan kişilerin sürekli yorgun ve buna rağmen verimsiz olmalarının nedeni bu sanırım. Fragmante olarak bir sürü küçük karar için yorulan zihin odaklı ve etkili olamıyor. Ben kendi işimi kendim yaptığım ve işimi yaparken de genelde kimse ile pek diyaloğa girmediğim gece saatlerinde çalıştığım için odağım dağılmıyordu. Dağılan odak ne menem bir şeymiş anladım ve yöneticilere tavsiyem bu tip mikro karar sorularına cevap vermeyin. Sizin de sesiniz gitsin ki diğerlerinin aklı gelsin.
4. Bonus – Konuşmadan yapılan aktivitelerin neşesi! Karakter olarak ne tam içe ne tam dışa dönük bir yapım var. Benim gibilere ambivert deniyor. Kendi kendime zaman geçirmekten, en az sosyalleşmek kadar keyif alıyorum. Sesim çıkmadığı için bu süre boyunca telefonum çalmadı, dostlarım sağ olsun mesajlarla hatırımı sordular. Ben de telefonuma günde iki kere baktım -zaten kendime koyduğum 30dk sosyal medya sınırlandırmam var- Geri kalan zamanda harika iki kitap bitirdim, kendime yeni bir sürü kolye yaptım, bitirdiğim kitaptan ders notları ve çalışma kağıdı çıkardım, yeni akademik dönem için çalışmalarımı tamamladım, bitkilerime baktım, resim yaptım, ara verdiğim kitap çalışmalarıma geri döndüm ve renkli markörlerimin gönlünü küçük çizimlerle* aldım. Konuşmadan yapılan sakin aktivitelerin tadını çıkardım. Az konuştuğum için az tartıştığım oğlumla daha sakin bir ev ortamımız oldu, kediler bile bu ortamın tadını çıkardılar.
(*yukarıdaki çizimi buraya almaya çalıştım ama başaramadım…ama anlaşılmıştır diye düşünüyorum.)
Leave a reply